Sonbahara doğru yapraklardaki klorofiller azalmaya başladığı için sarı ve turuncu maddeler (zantofil ve karoten) açığa çıkmaya başlar. Klorofiller iyice azaldığında ve tamamen kaybolduğunda o yemyeşil yaprak sararır. Bazıları turuncu olur, kahverengi ve kırmızı olanları da vardır. Ve bu renk değişikliği, sonbahar mevsimine bambaşka bir güzellik verir.
Yaşlı yaprağın içinde, günden güne artan ve klorofilleri parçalayan etilen gazı yayıla yayıla, yaprağın sapına kadar gelir. Buradaki küçük hücreler gazı alınca, şişmeye başlar. Hücreler şiştikçe sap kısmında bir gerginlik olur ve bir süre sonra da yırtılır. Ancak, sapın gövdeden ayrıldığı yerdeki hücreler hemen mantar üretmeye başlar. Yaprak, gövdeden ayrıldıkça bu mantar çoğalır ve o bölgeyi bir yara bandı gibi kapatır. Bu bant, su geçirmediği gibi, ağacın hastalık kapmasını da engeller. Ve bir sonbahar günü, belki sert ve soğuk, belki de minicik ve serince bir rüzgar; artık iyice sararmış ve görevini tamamlamış bu yaprağı, dalından uçuruverir. Geride ise YAPRAK İZİ adı verilen bu yara bandı kalır.
Toprağa düşen ölü yapraklar, aşağıda iştahla bekleyen karıncaların ue türlü türlü böceklerin, mantarların ue bakterilerin yiyeceği olarak, yine toprağa karışıp ağaçlar için çok kıymetli bir besin olur. Ağaçlar da, kilometrelerce uzunluktaki kökleriyle, bu kıymetli besinleri göudelerine afiyetle çeker. Ve bir sonraki baharda, aynı dallarda yaratılacak yepyeni, taptaze ve yemyeşil yaprakları beslemek için gövdelerinde saklarlar.
Yeryüzünde hiçbir şey boşuna yaratılmadığı için hiçbir şey israf edilmez. Tek bir yaprak bile!